SOLİPSİST SİMÜLASYON HİPOTEZİ
- gelisine100
- 3 Eki
- 4 dakikada okunur
Bazen kendimi dünyada yapayalnız hissediyorum. Bahsettiğim yalnızlık, öyle yalın ve edebî bir yalnızlık değil; varoluşsal bir yalnızlık. Sanki koca dünyada bir ben yaşıyormuşum gibi. Beynim bu yalnızlıktan bir hipotez doğurdu epeydir. Bu hipotezi yaratma ve adını koyma vaktinin de geldiğini düşünüyorum artık.
Elon Musk’ın yaşadığımız evrenin %99,99 ihtimalle bir simülasyon olduğunu söylemesi de tam olarak böyle düşünmesem de beni epey cesaretlendirdi ve iyiden iyiye düşünmeye sevk etti. Bu konudaki fikirlerim ta çocukluğuma inse de hiçbir zaman bunun gerçek olabileceğine kesin bir eminlikle inanmadım. Simülasyon teorilerinin yaygınlaşmasıyla fikrim de evrimleşti. Ve bir gece düşündüm ki, bu hipotez doğru olmasa dahi insanlar için aydınlatıcı ve öğretici olabilir.
Bahsettiğim yalnızlık, tüm evrende gerçekten tek başıma yaşıyor olmama dairdi. Yani geriye kalan bütün insanlar, diğer canlılar ve nesneler yalnızca benim için yaratılmış bir “bot”tan ibaretti. Bu düşüncenin bir delilik olduğunu biliyorum. Ancak bu varsayımla “üstinsan”a ulaşılabileceğini de düşündüm.
Çocukluğumdan itibaren kurduğum bu varsayım, izlediğim iki filmle (The Truman Show, Matrix), İslamiyetin kader ve ahiret anlayışıyla, Schopenhauer’in “Dünya benim tasavvurumdur.” (Die Welt ist meine Vorstellung) görüşüyle ve yapay zekâ ile tanışmamla evrimini tamamladı.
Aslında kurduğum bu hipotez (Solipsist Simülasyon Hipotezi) tüm bu bahsettiğim olgularla birebir örtüşmese de fikir açısından hepsinden ilham ve ögeler alıyor. Örneğin; The Truman Show’daki Truman Burbank gibi kendi dünyamda yalnız hissediyorum, ancak diğer varlıklar ve maddeler tümüyle simülasyon ve bot. Matrix’teki gibi bir simülasyonda gibi hissediyorum; ancak simülasyonun sahibini İslamiyet’teki gibi bir yaratıcıya bağlıyor, kırmızı hap metaforunu ise gerçekliğin perdesinin tümüyle ortadan kalkması ve bununla beraber çekilen sıkıntılara; Zion metaforunu ise çekilen sıkıntılar ve erdemli bir hayatın neticesinde ulaşılan asıl nihai yaşamın bulunduğu ahirete bağlıyorum. Schopenhauer’in “Dünya benim tasavvurumdur” görüşü de bu düşüncemi destekliyor ve anlamlandırıyor. Şayet böyle bir durum var ise, benden gayrı geriye kalan her şey benim için yaratılmış bir simülasyonun parçasıysa, dünyayı da benim zihnim şekillendiriyor demektir.
Şöyle bir düşünün: En yakın arkadaşınızın aslında gerçek olmadığını ve onun sizin haricinizde aslında bir hayatı olmadığını… Veya partnerinizin ya da göz önünde bulunan herhangi bir ünlünün. Tüm bunların sizin için yaratılmış bir “bot” olduğunu düşünün. Şu yapay zekâlara da bir bakın. Gerçekten onlar insan gibi davranıyorsa, insanların da yapay zekâ araçlarının yaratıcıları gibi bir yaratıcıları olması ve yapay zekâların şekillendirilmesi gibi şekillendirilmesi son derece olası. Bunun delilik olduğunu ve gerçek olmadığını biliyorum. Ancak şimdi böyle düşünmenin getirilerine odaklanalım.
Öncelikle bu durum şayet gerçekse, benim bunları sizin gibi botlara yazmam anlamsız olacaktır. Bu durumda Tarkovsky’nin kült filmi Stalker’daki Yazar karakterinden bir alıntı yapmak istiyorum:
> “İnsan, acı çektiği için, şüphe duyduğu için yazar. Sürekli olarak kendine ve başkalarına değerli olduğunu kanıtlaması gerekir. Ve eğer bir dahi olduğumdan eminsem? O zaman neden yazayım ki? Ne diye?”
İnsanların başkalarına değerli olduğunu kanıtlama isteği “Başkalarının Gözüyle Yaşamak” isimli yazımda da değindiğim üzere, sosyal medyanın ve çağımızın şartlarının da etkisiyle tümüyle yaşam felsefesi hâline gelmiş durumda. Halbuki bu durum, yine aynı yazıda belirttiğim üzere insanı değersizleştiren ve benliğinden koparan, arzularını ve dolayısıyla acılarını yaratan muzır bir hadisedir. Bu durumu tümüyle yaşam kaynağı hâline getirmiş günümüz insanının çekeceği sıkıntılar ve benliklerinden kopmaları kaçınılmazdır. Gerçek bir dahi isem neden kendimi kanıtlamaya çalışayım? Ve eğer benden gayrı herkes ve her şey bot ise neden kendimi kanıtlayayım?
Evet, sıkıntıların kaynağı arzulardır. Peki arzuladığım şeyler tamamıyla sahte ve beni simüle etmek adına oluşturulmuş kandırmaca şeyler ise, onları arzulamama neden olacak durumlar ve kişiler de yine aynı kaynaktan çıkmış gerçeklik dışı yanılsamalardan ibaret ise, neden bu maddelere arzu duyayım ve onlar için çabalayıp ulaşamadığımda dövüneyim? Sahi, lüks dediğimiz şey gerçekten de bundan ibaret değil midir?
Peki neden tüm bu botlara karşı utanç duyarak kendimi onlardan sakınayım veya onlara karşı kendimi değiştirmek zorunda kalayım?
Peki neden bu botlardan gelen kötülüklere üzülerek kalbimi acıtayım? Neticede onlar gerçek değiller, öyle mi?
— “Bir eşek bana tekme atarsa, onu dava mı edeyim, şikâyet mi edeyim, yoksa tekme mi atayım?” — Sokrates
Peki, bu sahteliklerden oluşan kısa yaşamın neticesinde erdemli biri olarak yaşamımı tamamlamaksa ödülün kaynağı, neden sahtelikler uğruna ödülümden geçeyim?
Veya tüm başarılarım ve başarısızlıklarım, tüm kaygılarım ve sıkıntılarım eğer bu simülasyonun bir ürünüyse, neden kaderime ve doğaya razı olup elemlenmemek varken kendimi parçalayayım? Bu çok saçma değil mi?
Evet, bu hipotez gerçek değil; ancak hayatımızdaki bütün sıkıntılara ve mutluluklara, ve hatta yaşadığımız her ana bu hipotezi uyarlarsak, hayatı aydın, sıkıntısız ve yaşanması gerektiği gibi yaşarız. İşte bu düşünce sistemi bana farkındalık yarattı ve bunun neticesinde bu sistemi oluşturarak adını koymak istedim. Şimdi size iyi hissettirmeyen bütün sorunlarınızı düşünün:
Kariyer ve statü sorunlarınız varsa şayet: Tüm bunların sahte ve simülasyon ürünü olduğunu düşünün. Bunları dert etmek anlamsız, çünkü zaten diğer tüm kişiler ve statüler sahte olduğu gibi siz de bu simülasyonun bir gereği olarak olmanız gereken yerdesiniz.
Kişiliğinizden memnun değilseniz ve özsaygı problemleriniz varsa şayet: Diğer herkesin sahte ve simülasyon ürünü olduğunu düşünerek bu sorunu da yenebilirsiniz. Zira botlara karşı kişiliğinizin nasıl olduğu hiç önemli olmadığı gibi onların size olan bakışı da sahte ve önemsizdir.

Evet, bu hipotez bir saçmalık; ancak Schopenhauer’in de dediği gibi: “Dünya sizin
tasavvurunuzdur.” Dünyadaki her şey ve herkes gerçekten de sizin beyninizin bir yansımasıdır. O hâlde kişinin dünyası, kişinin beyni kadardır. Yalnızca kendi beyninizde yaşadığınızın doğruluğu bu hipotezi doğrulamaz mı? Peki beyninizi kapattığınızda sizin dünyanız yani “dünya” kapanmaz mı?
O hâlde geri kalanın ne önemi var?
“Duygulardan arındırılmış bir mantık her zaman doğruyu söyler.” — Sarmal Eğrisi
Doğruya ulaşmanın ise tek bir yolu var:
Solipsist Simülasyon Hipotezi’ni düşünce sistemimiz hâline getirerek hayatın her anına uyarlamak ve yaşam kaynağı olarak görmek.




Yorumlar