Dayatılan Kalıplar ve Kaybolan Benlik: Özgürlüğe Giden Yol
- gelisine100
- 6 Eyl
- 3 dakikada okunur

Epeydir, benliğin ve özgürlüğün tarumar edilişini günümüz perspektifiyle düşünerek yazıyorum. İnsanın “yaşadım” diyebilmesi için ancak bahse konu durumları aşması gerektiğini düşünüyorum. Aksi hâlde “yaşadım” değil de “yaşattılar” demeleri daha doğru olur.
“Yaşadım” demek, yaşamın kendisinden daha önemlidir. Zira şu kısa ve anlamsız durumu büsbütün anlayarak, düşünerek ve kendimiz olarak tamamlamak, erdemli olmanın en üst basamağıdır. Erdemli olmak yaşadım demekten daha önemlidir; zira hayatın anlamsızlığına, insanın ve zamanın kötü doğasına ancak bu şekilde başkaldırılır. Başkaldırıyaşadım demekten daha önemlidir; zira başkaldırmayanlar yenilir ve ölür, başkaldıranlar ise yaşayarak ölür. Ölmeden önce kendi benliğimiz ve hürlüğümüzle yaşamak için kalıpları anlamamız ve onlardan kurtulmamız gerekir.
Belirtmek isterim ki, tüm bunları öğütlerken başta kendim savaşıyor ve çoğu zaman kaybediyorum. Ancak her ne kadar kaybetsem de mücadeleden yılmıyorum. Bu yolda mücadele etmek de bir erdemdir. Kendimi yalın bir şekilde bulmaya ve tümüyle özgür olmaya çalışıyorum. Bu mücadele sırasında düştüğümde anlıyorum ki, hayata kalıpçılık perspektifiyle bakmışım. Bir maddeye sahip olmak, bir gruba ait olmak ve bunların beni ben, seni sen, onu o yapmasından bahsediyorum. Farkında olmadan bu durum, ne kadar da bakışımızı köreltmiş, arzularımızı yönetmiş, buhranlarımızı temelleştirmiş. İşte bu mücadelede düşmek normaldir; fakat düşmenin neden olduğunu anlamak, karanlık tünelde görünen ilk ışıkla eşdeğerdir.
Budizm, “acı ve sıkıntıların kaynağı arzulardır” (dukkha, tanha) der. Peki arzuların kaynağı nedir? Eminim ki bu öğretinin ortaya çıktığı zaman ve çevrede, insanlık bu kadar arzu baskılamalarına maruz kalmıyordu. Kapitalizm ve akabinde tekno-feodalizmle birlikte insanlar hiç olmadığı kadar hedonik oldu. Üstelik bu hedonlar, yine hiç olmadığı kadar yapaylaştı ve benlik tarumar edildi. Hal böyleyken öz karakterimiz, öz mutluluğumuz ve neticede özgürlüğümüz çalındı. Ve bu uyarıcılar altında nirvanaya ulaşmak, yine hiç olmadığı kadar zorlaştı.
Arzularımıza doğrudan uyarıcı etki yapan, benliğimizi çalan o kadar kalıp var ki... Bir siyasi görüşe ve partiye taraftar olunca, insanların gözünde doğrudan “o kişi” oluyorsun mesela. Bir futbol takımının taraftarı mısın? Yani “o kişisin”. Gösterişçiliğin sosyal medya yoluyla iyice sahaya inmesiyle beraber, insanların gözünde “o kişi” olma arzusu o kadar kaypaklaştı ki, artık belli bir oluşuma veya fikre ait olmak değil, belli bir maddeye sahip olmak esas önemli hâle geldi. Sahip olduğun maddeye göre bir kalıba giriyor ve geriye kalan bütün benliğin önemsiz, gereksiz hâle geliyor. Bunu fark eden insanlık, “o kişi” olabilmek için ait olmaktan çok sahip olmayı arzuluyor. Sahip olmanın verdiği boşluk hissi, sahip olamamanın verdiği hüzün, hayatı daha da anlamsız ve depresif hâle getiriyor. Ait ve sahip olarak benlik yaratmaya çalışan insan, her geçen gün benliğinden daha da kopuyor.
Bir adam, fakir köyünden kalkıp büyük şehre gider. Burada para kazanır ve kendine lüks bir araba alır. Ancak bu arabayı almasının esas nedeni konfor veya kolaylık değil; fakir köyüne o arabayla giderek “ben o kişi oldum” diyebilmektir. Neticede kendini markanın kalıbına sokan adam, köyüne gider ve gösterisini yapar. Oldukça cahil olan bu kişi, ona dayatılan “o kişi” olma arzusuna yenilmiş, içi boş bir ideal uğruna kendini heba etmiştir. Bunun sonucunda, sis bulutu gibi dağılan mutluluğundan geriye koca bir boşluk kalır. Peki ya “o kişi” olamasaydı? Her geçen gün kahrolur ve boşa geçen, ona dayatılan bir ömrün ardından hayata gözlerini kapatırdı. İki versiyonda da ona dayatılanın işçisi olan bu adam, ne yazık ki kendini hiçbir zaman tanıyıp gerçekleştiremeyecek.
Sosyal medyanın, medyanın, kurumsallığın, markaların ve marka imajının bu kadar önemli ve yoğun olduğu bu dönemde herkes, az önce bahsettiğim cahil köylü hâline geldi. En eğitimlisi bile! Zira eğitim de artık kalıba girmek adına uğraşılan bir şey, okullar ise marka hâline geldi. Şöyle bir bakın; sadece eğitim değil, her şey bu hâle geldi. Kişilik yok edildi. Bunlardan sıyrılmadığımız sürece, tam anlamıyla kişiliğe ve özgürlüğe sahip olmamız mümkün mü? Bize dayatılanı yaşayarak veya yaşayamayarak geçen bir ömrün ardından gözlerimizi kapatmayacağız. Yaşama karşı hep gözlerinizin açık olması dileğiyle...




Yorumlar